Bugün 10 Kasım…
Olmayasıca gün.
Görmeden, aynı yıllarda bile yaşamadan sevdiğim insanı, yine ben yokken alıp götüren tarih.
Evet Mustafa Kemal Atatürk'ü görmedim, tanışmadım ama önce fikirlerini anlamak ve benimsemek öğretildi bana. Fikirlerini, devrimlerini anlayınca Onu tanımaya başladım. Sonra ülkemiz için yaptıkları, o eşsiz zekası, liderlik dehası beni hayran bıraktı kendine. Hayran kaldığım sıralar 8-9 yaşlarındaydım. O küçük aklımla bile anlıyordum Atatürk'ün büyük biri olduğunu. Önemini biliyordum.
En ön sırada oturur, saatlerce kara tahtanın üstündeki portresine bakardım. Öğrendiklerim hayranlığa yol açmıştı ve mavi gözlerini izlemeye doyamıyordum.
Büyüdükçe, kadın olduğumu ve eğer Atatürk olmasaydı toplumda nasıl bir noktada olabileceğimi ve o yerin iyi bir yer olmayacağını anladığımda ise minnet duydum.
Bu ülkeye hayal bile edemeyeceği bir yolun olduğunu, aydınlığı gösterdi. Zor oldu ama yılmadı. Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Devrimler yaptı. Bize bilginin, eğitimin vazgeçilmez olduğunu aşıladı. Ve biz okudukça anladık ki emanetini sahipsiz bırakmamalıyız. Bize büyük bir hediye vermişti.
İşte bu yüzdendir ki her 10 Kasım sabahı erkenden kalkar, tertemiz giyinir, gözlerini yumduğu Dolmabahçe Sarayı'na gideriz.
Taptığımız ya da putlaştırdığımız için değil! Şükran duyduğumuz için, sevgi ve saygılarımızı sunmak için.
Ve her 10 Kasım sabahı sirenler 9'u 5 geçe çalmaya başladığında, hayatına dair anıları okuduğumda, Onun için çekilmiş belgeselleri izlediğimde ağlarım.
Ama en çok 10 Kasım sabahı, saat 9'u 5 geçe!
Bazen düşünürüm 1938 yılında, ebediyete göçtüğünde dünyada olsaydım bu acıya dayanabilir miydim diye. Cevabını veremeden göğsüm sıkışır, boğazım düğümlenir. Fikrini sevdiğim adamın toprağa gidişini nasıl kabullenebilirdim ki?
Bu sabah da yine aynı hüzün, minnet, üzüntü, saygı ve sevgimizle hazırlanıp çıktık evden. Bu sefer farklı bir şekilde gidecektik bizi bırakıp başka diyarlara gittiği saraya. 1001 metrelik bir bayrak hazırlanmıştı. Yavaş yavaş açıldı, hepimiz bir ucundan tuttuk, Yıldız Yokuşu'ndan Dolmabahçe'ye kadar yürüdük. Ama o acı saatte Akaretler'deydik. Saat 9'u 5 geçti. Sirenler çalmaya başladı. Hayat durdu. Herkes durdu. Ömrünü milletine adamış bir ADAMa 1 dakikalık saygı duruşu neydi ki? Daha fazlasını yapmalıydık.
Dediğim gibi her yıl ağlarım ama bu yıl, emanetine sahip çıkamadık diye içimin içini yediği bu yıl, bambaşka ağladım!
Saygı duruşundan fazlasını yapmak, ülkemize Cumhuriyetimize sahip çıkmaktı ve biz bu aralar fena halde çuvallamıştık.
Hem üzüntüden, hem utançtan ağladım bu yıl. Bayrak taşıyor olmasam bir kaldırıma oturur bağıra bağıra ağlardım.
Ama "dik dur, Atan seni öyle görmesin!" dedim kendi kendime.
Buradayız, gitmiyoruz ve sahip çıkıyoruz!
Bugün senin adını zikretmeye çekinenleri de yazacak tarih ama övgüyle değil utançla!
Huzur içinde uyu.
Özür dilerim.
Seni seviyorum.
Saygıyla ve minnetle anıyorum.
Işığımızsın. Atamızsın. İzindeyiz!
Hazel