Selam, beni ne kadar tanıyorsun?

“Selam, beni ne kadar tanıyorsun?” diye girdi evin kapısından içeri kadın. Adam şaşkın, görüşmedikleri birkaç günün sonunda, “selam”dan sonra ateşli bir öpücük bekliyordu belli ki.

Kadın hızlı adımlarla salona geçip oturdu, sonra da adam. Soru yinelendi. Sigarasını yaktıktan hemen sonra “Beni ne kadar tanıyorsun?

”Adam “Seni tanıyorum.” demeye çalıştı ama kadının milyonlarca cümleyi –belki geceden beri- içinden geçirdiğini, bu konuyu kafasında yüz kere kapatıp yüz birinci kez açmış olduğunu tahmin edebiliyordu. Ama nereden çıkmıştı bu soru? Tanıyordu işte. Sigarasını içiş şeklinden bile o anki ruh halini analiz edebilirdi kadının. Ya da elinin hareketinden; elini yüzünde gezdiriyorsa kafasına bir şey takılmış ve kendi kendine çözmeye çalışıyor demekti mesela.

Kadın soruyu daha açıklayıcı hale getirdiğini düşünerek “Yani beni diyorum, beni ben yapan şeyler de dahil, içim de dahil ne kadar tanıyorsun beni?” diye tekrar sordu. Adam kendinden oldukça emin, “Seni senden iyi tanıyorum, sevdiklerin, sevmediklerin, ruhundaki gel-gitler, beden dilini tercüme edebilecek kadar iyi tanıyorum.” dedi.

Kadın genelde tanımadığı insanları küçümseyerek konuşurken yaptığı gibi alaycı gülümsedi. “Emin misin?”

Aslında adam bu soruyu önemsemeyebilir, az önce kurduğundan daha süslü ve gerçek cümleler kurabilir, kadının başını döndürebilirdi. Ama bu gülüş, bütün özgüveninin yerine kocaman bir soru işareti bırakmıştı ve O toparlanıp bir cümle kurmayı başaramıyordu. Bildiği her şeyin doğruluğunu ve gerçekliğini sorgulamaya çalışıyordu. Bildiği, tanıdığı ve daha önce kendisine karşı gösterilmemiş bu gülüş, düşünme mekanizmasının dağılmasına sebep olmuştu. Kadın gözlerini adama dikmiş, sadece sigarasından nefes alıyor ve üflüyordu.

Adam kapana sıkışmış hissiyatı içindeydi ve saçma sapan başlayan bu konuşmanın nereye gideceğini merak ediyordu. Bu bakıştan, yenileceğini anlamıştı sanki ama konu neydi Allah aşkına? Toparlanıp “Derdin ne senin?” dedi. Gardımı aldım demeye çalışmıştı kendince. Daha uzun bir cümle de kurabilirdi ama heyecandan, tedirginlikten dili damağı kurumuştu.

Kadın sigarasını söndürüp, son nefesteki dumanı adamın yüzüne üfledi. “Bir derdim yok. Sadece bilmek istedim. Hatta bilmeni istedim. Ben, senin tanıdığın kadın olmayabilirim. Bunu hiç düşündün mü? Kimlik bilgilerimin doğruluğu hikayemin doğruluğuna güvence oluşturur mu? Nasıl bu kadar sorgusuz güvenebiliyorsun?”

Adam bir hamle daha yapmış olmak için “Fakat aynı durum benim için de geçerli. Sen de bana güveniyorsun. Hatta seviyorsun beni, sorgulamadan.” dedi. Ama ardından gelen cümleleri duyduğunda, dememiş olmayı yeğledi.

“Ben sana hiç güvenmedim ve seni sorgulamayacak bir saflıkta sevmedim. Sadece bir insan olarak sevdim. Sana anlattığım gibi bir çocukluk geçirmedim, bildiğin gibi masum bir genç kız da olmadım. Ergenliğimden beri hiç kandırılmadım bile diyebilirim. Çünkü sen de dahil kimseye inanmadım. Ben sadece bilmeni istedim. İnsanlara bu kadar sorgusuz inanmanı, güvenmeni istemedim. Çünkü insan olarak sevdim seni. Herkesi, kendini anlattığı kadar tanıyacağını bilmelisin. Herkesin kendine sakladığı bir yüzü var. Sorun olan bu değil. Mutlu hissetmek için uydurulmuş hikayelere inanma. Kendini olduğun gibi anlatıyorsun diye herkes bunu yapacak sanma. Ben gidiyorum. Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yeni bir hayata ihtiyacım var. Lütfen bu durumu umursama. Sana veda bile etmeyebilirdim. Ama kırılganlıkların azalsın istedim. Bu da ancak sorgulamayı öğrenirsen gerçek olabilir diye düşündüm. Gerçek bir mutluluk yaşamanı dilerim. Benden bir cümle daha bekleme. Seni kandırdığım için üzgünüm ama hayat böyle. Ben de olağana karşı durmadım. Seninle uzun ve güzel zamanlar geçirdik. Hepsi bu. Mutlu olabildiğim süre buydu. Kandırılmayı hak eden biriyle birlikte olmalıyım. Ama öncesinde yalnız kalıp yeni bir hayat tasarlamalıyım. Benden nefret etme hakkına da sahipsin. Hoşça kal.” dedi kadın.

Adam nefes bile almadan dinledi. Kül tablasında unuttuğu sigarasından gelen yanık kokusunu bile duymadı. Binlerce bardak bomboş bir salonda aynı anda yere düşüp kırıldı sanki. Sonra şangırtıları yankılandı, tizleşti ve akıl almaz bir sessizlik. Donakaldı adam. Kadın yerinden kalktı, çantasını alıp kapıyı kapatıp çıktı. Kapının sesiyle kendine geldi adam ama yerinden kalkamadı bile. Koltuğa çivilenmiş gibiydi. Saatlerce de aynı koltukta oturacak, sigara içecekti. Sehpaya uzandığında kadının sigarasının ve çakmağının orada olduğunu gördü. Unutmuş muydu yoksa bilerek mi bırakmıştı bunu hiçbir zaman bilemedi. Önce atmayı düşündü, kalkıp camdan fırlatmayı. Ama bunca zamandır, haftanın yarısında onda kaldığı halde evde tek bir eşyası yoktu kadının. Bir küpesini, tişörtünü bile bırakmamış ve unutmamıştı. Bu yüzden, bu ilişkinin bir hayalden fazlası olduğuna kendini inandırabilmek için, belki aşkla hatırlamak, belki de nefret etmek için atmadı. Ne çakmağı ne de sigarayı.

Sevmediği halde kadının sigarasından bir dal alıp, yine kadının çakmağıyla yaktı. Derin bir nefes çekti, gözlerinden birer damla yaş düştü, dumanı üfledi.

Bitti.

 

 

8/1/2015 – 00:30

Hazel

 

selam

ters yön

Ayrıldık diye üzülmüyorum. Bak gördün mü? Yine yanlış anladın beni.

Ayrılık doğal, olası, katlanılası birçok acı gibi.

Ama giderken alelacele, özensizce sıraladığın sözler, doğal görünmek adına hani.

Sonra "ters yöne gidiyorişte bizim hayatlarımız" der gibi yanımdan geçip gidişin.

Tamam git, dedim ya doğal, olası, katlanılası birçok acı gibi.

Ama giderken o özensizce alelacele bakışın darbe gibi, devrim gibi.

Sen daha on adım uzaklaşmamışken, daha yalnız kaldığımı anlayamamış belki yavaş yavaş sindirecekken, darbe yapışın, içime yalnızlığın tanklarını, askerlerini salışın! Sence de biraz ağır olmadı mı?

 

22 Mayıs 2012

Bi’ Kız – 4

 

Evet bu yüzü tanıyordu. Hem de çok yakından. Tanıyamaması belki beyninin reddiydi, belki de unutmak için verdiği çabaların sonucuydu.


 Tanıdı, O'nun gülen yüzüne bakakaldı. Her şey dondu, durdu o anda. Kulağındaki müzik uğultuya dönüştü, insanlar silikleşti, dünya durdu sanki. Durmayan tek şey kar taneleriydi. Yürüyemiyordu, nefes alamıyordu, olduğu yerde ayaklarına beton dökmüşler gibiydi, kalbi bile atmıyordu sanki.


 Göz göze geldiler. Adam istifini hiç bozmadan, gülümseyen yüzünü bir saniye bile değiştirmeden, aynı neşeyle yanından geçip gitti. İnanamadı, inanamıyordu. Bir an kendine gelir gibi oldu ve hızlı adımlarla evin yolunu tuttu.


 Hiçbir şey düşünemiyordu. Şapkasını çıkardı, montunun düğmelerini açtı. Soğuktan medet umuyordu çaresizce. Yürüyordu ve soğuk işlemiyordu bedenine. Eve geldiğinde anahtarı bile zar zor sokmuştu kapının kilidine. Eve girdi, kendini ilk bulduğu koltuğa bırakıverdi. Çaresizdi işte, aylardır aklından söküp attığını sandığı adam hiç olmayacak şekilde çıkmıştı karşısına. Üstelik mutluydu, bir başkasına sarılıyordu, gülüyordu. Yaşıyordu ve zaman zaman yaşamamasını bile dilediği olmuştu.


 Gözlerinden yaşlar boşaldı, koltuğa kapandı, bağıra bağıra ağlıyordu. O'nu başkasıyla gördüğü halde güzel günlerini düşünüp ağlıyordu. Ardından O'na yaptığı ayrılık konuşmasını, adama yalvarışlarını, bırakırsa öleceğini söylediği anı düşünüp daha da sarsılarak ağlıyordu. Sırf bu ayrılık yüzünden gittiği yerleri bile değiştirmişti. Hayatını değiştirmişti bu adam, yıllarca bambaşka bir hayatta yaşatmıştı O'nu. Sonra birden istemediğini söyleyerek başka bir hayata daha atıvermişti. O kadar zorlanmıştı ki. Dışarda yemek yiyecek olsa, bir turist gibi nereye gideceğini bilemiyordu. Eve kapatmıştı bir süre kendini. Tam da hayatını düzene soktuğu sırada olacak iş miydi bu? Ne diye semtine gelmişti? Koca şehirde gidecek yer mi yoktu? Yoksa o kız da mı burada oturuyordu? Bir sürü soruyla boğulduğunu hissetti. Daha bir kaç saat önce yepyeni kararlar vermişti. Bir karşılaşma yerle bir etmeye yetmişti tüm kararları, tüm ördüğü duvarları.


 Kolunu kaldıracak gücü bulamadı kendinde, uzandığı koltukta öylece uyuyakaldı.


(arkası yarın)



hzl'12

(yazımı yayınladığım blogum)

http://sizeanlatcaklarimvar.blogspot.com/2012/02/4.html

Bi’ Kız – 3

 

Uyandığında, normal bir düzende yaşayan insanlar işlerinden, okullarından evlerine dönmek üzereydiler. O, dayak yemiş gibi hissediyor yataktan kalkmakta zorlanıyordu. Uyanmayı, sürekli düşünceler içinde boğulduğu için sevmiyordu. Ama hayata küsmemeliydi.


Kalkıp kahvaltısını yapıp, duşunu alıp pekala arkadaşlarıyla görüşebilirdi. Ama mutlu taklidi yapmaktan da sıkılmıştı, sürekli dert yanmaktan da. Huzurunu kaçırmak istemeyerek hemen bu düşünceleri dağıttı ve yataktan kalktı. Önce bir şeyler yiyip duş almaya sonra da sokağa çıkmaya karar verdi. Kendine, onu yargılamayacak, sessizce O'nu dinleyecek ve O'ndan sevgi dışında bir şey beklemeyecek bir arkadaş bulmalıydı. Hatta almalıydı. Bir balık almaya karar verdi. Sırasıyla kahvaltı ve duşu hallettikten sonra hazırlanıp dışarı çıktı. Kulaklığını taktı, huzur veren müziklerini topladığı listeyi en başından çalmaya başladı. Yürüdü, vitrinlere baktı. Yaşadığı şehri ve semti seviyordu. Mutlu olduğunu hissetti. Yavaş yavaş yağan kar taneleri de buna sebepti. Kendine bir kahve alıp yürümeye devam etti. Balık ve akvaryum alabileceği bir yer arıyordu. Uzun zaman sonra sorularla kendini boğmuyordu. Şaşırdı ve kahvesinden en keyifli yudumunu alarak yürümeye devam etti.


Cadde çok kalabalık olmasa da tenha da sayılmazdı. Tadını çıkarıyordu yürümenin. İnsanların yüzlerine bakıyordu gülen gözleriyle. Tanımadığı insanların yüzlerine bakmayı severdi. Bir de mutlu ve el ele yürüyen çiftlere. Karşısındaki insanın iç yüzünü çoğu zaman bir görüşmeyle anlayabilirdi. Bu iyi bir özellik miydi bilmiyordu, çünkü bunu yakınındakilere anlatıp kabul ettiremezdi her zaman. Sonuç hep onun bildiği gibi çıksa da biraz da art niyetli görünmekten korkarak susar bu yüzden mutsuz olurdu. Şimdi sesini bile duymadığı insanlara baktığında duyduğu mutluluk tarif edilemezdi.


El ele yürüyen sevgililerin de sorunları var mı yok mu bilmediğinden onları çok mutlu olarak düşünürdü hep. Onların heyecanlarını duyardı içinde.


En sevdiği pastanenin önünden geçerken vitrine bakıp tatlı bir şeyler almayı düşünmüş kilo alırım diye düşünerek vazgeçmişti. Bakışlarını vitrinden ayırdığı sırada ona doğru kahkahalar atarak gelen sarmaş dolaş bir çift gördü. Seslerini duyamıyordu ama o kadar keyifliydiler ki. Biraz daha yaklaştıklarında erkeğin yüzünü tanıyıp tanımadığı konusunda tereddüde düşmüştü. Oldukça yabancıydı. Hani bir filmde bir karede görürsün de daha sonra gördüğünde kimdi diye düşünürsün ya tam da öyle bir duyguydu bu. Ama bu gülen yüzün kıvrımlarını bu kadar iyi biliyor olamazdı. Adımlarını hızlandırdı biraz daha yaklaştı onlara. Kalbi de adımlarıyla hızlanmıştı.


(arkası yarın)



hzl'12

 

 

(yazımı yayınladığım blogum)

http://sizeanlatcaklarimvar.blogspot.com/2012/02/3-subat.html

Bi’ Kız – 2

 

Dışarıda kar yağıyordu ve her yer bembeyazdı. Karın masumiyetini çaldı herkesten habersiz, benliğine aldı. Buna inandı. Çoğu zaman masum olmadığını düşünür dururdu çünkü. İçinde bir şeytan olmayabilirdi belki ama melek de sayılmazdı. Şimdi çaldığı masumiyetle huzur bulmuştu. Çalmak kısmını es geçmişti tabi ki.


 Son bir sigara içip yatmaya karar verdi bu huzurla birlikte. Sigarasını yaktığında, zaman konusunu düşünüp bitirdiğini fakat sevgi konusunda kafasını yormadığını fark etti. Oysaki o da aklına takılmıştı ve beyninin bir köşesinde sadece sessizce düşündükleri için çalışan bir bölüm olduğuna inanıyordu. Yine durmamış, O'nu rahatsız etmeyi başarmıştı.


 Ne düşünmeliydi sevgi hakkında? Sevmek güzeldi elbette, sevilmekten güzel olmasa da. Ne kadar sevdiğini mi düşünmeliydi yoksa ne kadar sevildiğini mi? Sevgisini saklamayan biriydi ama sevgi her zaman güzellik getirmemişti hayatına. Böyle düşününce içi acıdı. O anda gözünden düşen damlalar acısını mı akıtıyordu içinden dışarıya? Rüzgardandır dedi, ağlamayı yakıştıramadı o an kendine. Sevgi mutlu mu ederdi hep? Yoksa üzebilir miydi bazen? Bilemiyordu. İçinden çıkamadı.


 Sevgi üzerine en sevdiği şiir geçti içinden. Zaten ortaokulda öğrendiği bu şiir yüzünden değil miydi sevgisini saklama korkusu. Evet, herkesin aksine O, sevgisini göstermekten değil saklamaktan korkardı hep. Erteleyemezdi çünkü hiçbir şeyi. Zaman kimseye ait olmayan bir şeydi işte, biliyordu. Belli belirsiz o şiirin bir iki cümlesini mırıldandı. " Sevgileri yarınlara bıraktınız. Çekingen, tutuk, saygılı…"


 Düşünmekten yorgun düşmüş, iyiden iyiye de üşümüştü. Sigarasını da bitirmişti ve artık yatmalıydı. Bu düşüncelerin, masumiyet huzurunu bozmasına izin vermedi. Camı kapadı. Buz gibi olan ellerini birbirine sürtüp ısıtmaya çalışarak yatağına girdi. Isındığını bile hissedemeden uyudu.





(arkası yarın)


hzl'12

 

 

(yazımı yayınladığım blogum)

http://sizeanlatcaklarimvar.blogspot.com/2012/02/2-subat.html

http://sizeanlatcaklarimvar.blogspot.com/2012/02/2-subat.html

Bi’ Kız – 1

 

 

Hava aydınlanmış, gözü saate takılı kalmıştı. Zaman denilen şey bazen ne kadar hızlı, bazen de ne kadar yavaş ilerliyordu. İşte bunu anlamlandırmaya çalışıyordu. Tik tak tik tak tik tak…

 Zamanı düşününce ardından düşündüğü aşk ve sevgi oluyordu nedense. Sanırım hep ayrılıkların, vedaların ardından anlamsızca sarf edilen o "zaman her şeyin ilacıdır" klişesine inanmadığı için.


 Kafasında türlü türlü düşünceler dönüp duruyordu. Bir habere saatlerce gülebilirdi ya da başka bir haber yüzünden saatlerce ağlayabilir. Tuhaf kızdı işte. Kimine göre neşeli, kimine göre sessiz, kimine göre şirret. Kimin ne düşündüğünü umursamadığından olsa gerek, bu sıfatları aklından geçirmemiştir bile.

 

 Tuhaf kızdı. Çünkü bazen zamanla yarışır, bazen uyuşmuş gibi davranırdı hayata karşı. Bugün planlı yaşamaktan bahsetmiş olsa bile yarın O'nu "nasıl gelirse öyle yaşarım" felsefesiyle görmeniz mümkündü.


 Bu gece de salıvermişti kendini anlaşılan. Sabaha kadar gözünü kırpmamış, kayda değer hiçbir şey yapmamış, evin içinde odalar arasında dönüp durmuştu ve geceyi sabaha diktiği an aklına takılan tek şey "zaman"dı.


 Zaman kelimesinin yanına yakışacak, zamanı tamamlayacak kelimeleri düşündü önce.


 Zaman; umuttu, ümitti, kavuşmaktı, büyümekti, büyütmekti. Ama zaman; hayal kırıklığıydı, öylece beklemekti, vedaydı, sancıydı, yaşlanmaktı.


 Hepsi iç içeydi, bunu kabullendi.


 Sonra kendi zamanlarını düşündü. Kimlerle geçirmişti zamanını, neler yapmıştı, nereleri görmüştü?


 Bunları düşündükten sonra eline bir kalem kağıt alıp, sahibi olmadığı bir yarına, haftaya, yaza dair listeler oluşturmayacaktı elbette. Çünkü sahibi olmadığı şeylere hükmetmemeyi öğrenmişti. Şu saniye onundu, Tik! Ama bir sonraki kimindi bilinmezdi, Tak!


 İlk soruya cevap buldu önce: Dostlarıyla geçirmişti en çok zamanını ve ailesiyle. Sonra cevaplar geldi arka arkaya, okumuştu, aşık olmuştu, yerlere çakılmıştı, tekrar ayağa kalkıp yeniden yürümüş, yeniden aşık olmuştu, sevdiği bir kaç şehri görmüştü… Bu cevaplar O'nu biraz rahatlattı.


 Pencereyi açıp buz gibi bir nefes çekti içine.



(arkası yarın)


hzl'12

 

(yazımı yayınladığım blogum)

http://sizeanlatcaklarimvar.blogspot.com/2012/02/1-subat.htm

                                                                         l